Teoman Müzik

25 Haziran 2013 Salı

Bunalım Adam TEOMAN 1.bölüm / Teoman'ı Sevmeyin! İstemiyor (NSTYLE temmuz 2000)

SON ALBÜMÜ ALTI HAFTADA 300 BİN SATAN TEOMAN'A ŞÖHRET 'YORUCU' GELDİ. 'HAYATI VE İNSANLARI BİR TÜRLÜ SEVEMEME' DUYGUSUNUN ŞÖHRETİN AĞIRLIĞIYLA İYİCE YOĞUNLAŞTIĞINI SÖYLEYEN GENÇ YILDIZ "ÇOK MUTSUZUM" DİYOR. 

Şebnem Denktaş


Teoman kapak çekimimize yaklaşık iki saat rötarlı geldi. Öğleden sonra olmasına rağmen yeni uyanmıştı ve henüz ayılmamıştı.
Üstelik yorgundu.
Ve hazırlıksızdı.
Enerjisi ancak çekimlere yetti.
Ötesini kaldıramayacaktı. Rica etti, röportajı başka bir tarihe erteledik.
İtiraf etmeliyim ki bu tavrı çevremden epey tepki aldı. Herkes ateş püskürüyordu. "Profosyonel değil!"
"Söz verdi, insan gece vakitlice yatar, her şeye hazırlıklı gelir."
"Kaprisli...", "Ukala...", "Şımarık..."
Onu tek anlayan ben oldum. Çünkü biliyordum ki, Teo hiçbiri değil!
Eski üniversite arkadaşım, hasret giderirken laf arasında bugünlerde peşini hiç bırakmayan o illet duyguyu tek kelimeyle söyleyivermişti: "Mutsuzum!"
Ne çekim, ne konser, ne şan şöhret umrundaydı. Hayata tutunmaya çalıştığı eski günlerdeki kadar sessiz, içe kapalı, karşımda duruyordu. Geniş hayran kitlesinin ilgisi ve sevgisi bile onu 'canladırmaya' yetmiyordu. Çünkü o 'hayatı sevmiyordu', 'kendini insanlara yakın hissetmiyordu.' Bu duyguları, kliplerinden ve şarkılarından çok da sezilmiyordu belki ama şöhretin getirdiği yoğun baskıyla buhranları iyice yoğunlaşınca psikolojik tedavi görmeye başlamıştı.
Tarafsız olabilmek için röportaj sırasında dostluğu bir kenara bıraktık, aldığı ilaçların etkisiyle sergilediği yorgun tavırları görmezden gelerek onunla son albü 17'nin başarısını, albüme büyük etkisi olan sinema tutkusunu ve bunalımdan kurtulma çabalarını 'sizli bizli' konuştuk. Verdiği her yanıt son günlerde hayatına hakim olan 'çekip gitme' duygusunun bir kez daha altını çiziyordu! Kısacası, Teoman gerçekten 'mutsuzdu'!


Son albümünüz geniş bir dinleyici kitlesine ulaştı. Sizi artık sadece genç kızlar değil, genç erkekler, anneler, babalar, genç sevgilileri olan yaşlı erkekler de dinliyor. Bilinçli bir şekilde mi hazırlanmıştınız? 

Pek sayılmaz ama şarkılar ortaya çıktıktan sonra müzikal anlamda değiştiğimi, daha doğrusu olgunlaştığımı hissettim. Şarkı sözlerim daha fazla kişiye ulaştı. Ayrıca gençlerin yeni çıkan şeylere karşı daha aç ve uyanık olduklarını düşünüyorum. Yaşlılar öyle değil, çok daha temkinliler. Baktılar ki bu çocuğun daha önce iki albümü var, üçüncüsü de satıyor, eh demek ki bir şeyler var diye düşündüler. Ayrıca şarkılarda herkes kendinden bir şeyler buldu gibime geliyor. Örneğin 17 adlı şarkı. Herkes bir zamanlar 17 yaşındaydı, benim hissettiklerimi onlar da hissettiler diye düşünüyorum. Şarkılarımı beğeniyorlar ama benimle problemleri var, biliyorum. Beni beğenmesinler, sevmesinler, istemiyorum.

Bu tavrınız dinleyiciye fazlasıyla yansıyor. Size kelimenin tam anlamıyla 'uyuz' olan bir kitle var. Bunların çoğunluğunu da hemcinsleriniz oluşturuyor.

Çok da sevilecek bir insan değilim. Çok bunalıyorum. Geldiğim noktadan, yaşadığım hayattan hoşnutsuzum. Çünkü bütün bunlar umrumda değil. Ama her şeyle boğuşmak zorunda bırakılıyorum. Herkesin benimle ilgili fikri var, beni seviyorlar, benden nefret ediyorlar, bana kızıyorlar, sonra beni affediyorlar, bütün bunları benim gıyabımda yapıyorlar. Kendimi gerçekten çok mutsuz hissediyorum.

Yola çıkarken bunların başınıza geleceğini tahmin etmediniz mi?

Asla. İnsanın o zamanlar öncelikli olarak düşünecek başka şeyleri oluyor. Şarkılarımı iyi yapabildim mi, insanlar beğenecek mi, ortaya çıkanlar beni anlatabilecek mi... Bütün bunlar üzerine kafa yorarkenşöhret gelince ne yapacağınız konusunda hazırlanamıyorsunuz bile. İkinci albümün sonlarına doğru başıma gelenleri anladım. Günde 100 telefon gelirken cep numaranı değiştirmişsin neye yarar? Üzerimde korkunç bir baskı var, beni sevenlerin istediklerini yapmaya çalışıyorum ama benim istediklerim ne olacak? Mümkün olduğunca insan ilişkilerinden kaçar oldum, yalnız kalmaya çalışıyorum, eski dostlarımın yanında huzur arıyorum.

Madem bu kadar kötü, müzikten, şandan, şöhretten vazgeçin o zaman.. Cesaretiniz mi yok?

Her an yapabilirim. Kendimi çok kötü hissettiğimde 19. yüzyıl romanlarını okuyorum, oradaki kahramanların yaşamlarına öykünüyorum. Aslında ruhen ben de onlar gibiyim. Günümüzde acayip bir yabancılaşma yaşanıyor. Yaptığınız işe, yaşadığını ilşkiye, kısacası her şeye yabancısınız. İnsanın kendini köksüz hissetmesi gibi. Tutunacak hiç bir şeyimiz yok. Her şey çok hızlı akıyor. Bir şeyleri yakalamaya çalışıyoruz, daha kendimizdeki değişimleri anlamadan çevredeki değişimle ayak uydurmak zorunda kalıyoruz. Oysa ben bir tür yavaşlık peşindeyim. Eskiden insan ömrüyle değişimler bu kadar birbirine zıt akmıyordu, insanlar birbirini 20 sene bekliyordu. Herkesin yıldızlara bakıp sadece düşündüğü, bir-iki şey karaladığı, zamanın verimiyle çok da ilgilenmediği günlerdi. Böyle bir yaşam benim çok daha işime gelirdi. Bir şeyler kaçıyormuş gibi hissediyorum ve hiçbir şeye yetişmek istemiyorum, o kadar doyumsuz bir şey ki bu! Bir yerdeyken mutluyum ama daha mutlu olabileceğim bir yerin olup olmadığını düşünüyorum.

21. Yüzyıl daha da hızlı geliyor üstümüze... Çıkış yolu buldunuz mu kendinize?

Bilmiyorum, işin teknoloji boyutunu bile yakalayamadım ki mantığını yakalamış olayım! İnternet insanı değilim. İlgilenmeye çalışıyorum, belki bir yerinden tutabilirsem hayatın tadını daha fazla alabilirim.

İçinizdeki şiddet duygusu da bundan mı kaynaklanıyor? Bazen röportajlarınızı okuyoruz, her şeyi kırıp dökmek isteyen, insanlara yumruk sallamak için yanıp tutuşan bir Teoman portresi çiziyorsunuz... 

Kırıcı ve hırçın olduğum zamanlar çok oluyor. Diyelim ki bir koyda tek başımayım, tamamen başka bir kişilik oluyorum, iyileşiyorum yani. Şehre döndüğümde her şey terse geçiyor, daha taksideyken birileriyle kavga etme duygusu yeniden beliriyor.

Ölene kadar koylarda tek başına yaşasanız...

Yine mutlu olmayacağım. Tekrar kalabalığın içine girmek isteyeceğim. Alternatifini de bulamıyorum, şöyle yaşasam daha iyi olacak diyemiyorum.

Hiç kavga ettiniz mi peki, birilerine şöyle tekme tokat giriştiğiniz oldu mu?

Birkaç kez Ortaköy'de ve Taksim'de büyük kavgalara bulaştım. Ama hep ben dayak yedim. Karşı taraf kalabalıktı. Fazla da cesaretim yok birilerine saldırmaya. Korkuyorum açıkçası.

Herhalde artık bodyguard'la dolaşıyorsunuz...

Asistanım bazen bana eşlik ediyor ama sinemaya, yemeğe giderken yalnız çıkıyorum. Etrafta sürekli kendi adını duymak hiç hoş değil, "bak teoman geçiyor, Teoman burada..." Bunların çoğu sevgi dolu sözler değil. McDonalds'a gittiğimde ağzıma attığım her patatesin birileri tarafından izleniyor olmasından nefret ediyorum ve galiba içimdeki negatiflik dışa yansıdığından insanlar da bu hissi alıyor ve bana saldırmak istiyorlar. Onları da anlıyorum, çekip gidebilsem bu hayattan he şey herkes için daha kolay olacak.

İntiharı düşündünüz mü hiç?

Hayır ama itiraf etmek gerekirse, psikolojik tedavi görüyorum. Yeni başladım, ialç destekli bir terapi uyguluyorlar. Düşünsel boyutta bir problemim olduğu söylendi. Fazla kalıplaşmış, plancı ve analitik bir düşünce yapım var. Şuradan şuraya gideceksem bunun bütün artılarını, eksilerini hesaplıyorum. Herkes yarım saat düşünürse, ben iki saat ölçüp biçiyorum. Hayatı didikliyorum ve bu beni çok yoruyor. Zaten 'yorucu kişilik' teşhisi kondu. Hem kendimi hem başkalarını yoruyorum ve artık daha fazla yorulmak istemiyorum. Kolay bir hayatım olsun istiyorum. Üzerinde düşünlecek şeyler fazlalaşınca bu hale geldim galiba. 33 yaşından sonra düzelir miyim bilmiyorum ama en azından çabalayacağım. Belki gülmeyi öğrenirim, sahnede göbek atarım bir gün...




Teoman ve sinema tutkusuyla ilişkili 2.bölüm TEOMAN'IN KAHRAMANI MARCELLO yu sonra yazarım.    


Bunalım Adam TEOMAN 2.bölüm / Teoman'ın Kahramanı Marcello! (NSTYLE temmuz 2000)


Teoman'ın sinemayla tutkulu bir ilişkisi var. Şarkılarını hazırlarken, izlediği filmlerden kendisinde iz bırakan karakterlerin duygulanmalarından yola çıkıyor. Sinema dünyasının ünlü isimleriyle hayalinde dostluk, hatta akrabalık ilişkileri kuruyor. Son albümü 17'yi hazırlarken de 60'lı, 70'li yılların İtalyan ve Fransız filmlerine müzik yaptığını hayal ederek çalışmış. Ünlü sanatçının iç dünyasında sürekli konuştuğu kahramanı Marcello Mastroianni, onu çeken ve 'başka türlü' bir ilişki kurmayı hayal ettiği kadın ise, fırtınalı yaşamıyla Teoman'ın içini titreten Romy Schneider. 

Az film çok filmdir!

Aslında çok sinemaya giden biri değilim. Çok az filmi severim ama etkilendiğimde de alt üst olurum. Tıpkı romanlar konusunda olduğu gibi... Son olarak Snow Falling On Cedars'ı gördüm. Upuzun bir filmdi, genelde uzun filmlerden hoşlanmam ama hiç sıkılmadan izledim. Geçen sezondan I Want You'yu unutamıyorum. Filmlerden bir takım görüntüleri, hisleri biriktiriyorum, bunlar şarkılarımı yazarken bana yardımcı oluyorlar.

"Bazen komedi severim bazen dram..

Film zevkim ruh halime göre değişebiliyor. Bazen avam komedileri, action filmleri seviyorum. Tarantino'nun filmlerini eğlenerek izliyorum. Ama beni esas sarsan, yaratıcılığıma etkide bulunan psikolojik boyutlu filmler oluyor. Yönetmen ve oyuncular film seçimlerimde etkili olabiliyor. Diyorum ki bu filmde Marlon Brando var, kesin bayılacağım... Kazanma hırsı berbat bir filmdi örneğin ama Al Pacino'yu izlemeye değerdi. Johnny Depp'i çok başarılı bulmuyorum ama filmlerinin belirli bir standartta olduğunu biliyorum ve mutlaka izliyorum.

Çölde Çay beni vurup geçti.

Çölde Çay beni vurup geçmişti. Hem film hem de roman olarak. Atmosfer ve karakterler öyle betimlenmiş ki allak bullak oluyorsunuz. İnsan davranışına ait ayrıntılarla sarsılıyorsunuz. Filmlerdeki ağlayan, zırlayan insan tiplemeleri bazen hiç etki bırakmıyor bende ama çok durgun iki karakterin diyalogları içimi titretebiliyor. Zaten sinema benim için görüntü değil sadece, diyaloglar daha çok iz bırakıyor.

Keşke Mastroianni gibi yaşayabilseydim!

Kendime yakın hissettiğim, tanışsak iyi bir ilişkimin olabileceğini düşündüğüm ünlü insanlar var. Marcello Mastroianni bunların başında geliyor. Neden diyeceksiniz... O başka biri. 20. Yüzyıl insanların artık pek de tutunacakları bir şeylerinin kalmadığı bir dönem oldu. Kimsenin hiç bir şeye inancı kalmadı. Ben de öyle hissettim hep. Mastroianni'nin hayatı sevme konusunda sakin bir tavrı var. Çok tutunacak bir şeyi olmadığının o da farkında ve kendine ona göre bir yaşam kurmuş. İsterdim ki o konuşsun, ben dinleyeyim. Kendimle halledemediğim sorunlar var. Hayatı sevemiyorum, insanları sevemiyorum. Bunu değiştirmek için ne yapabilirdim diye sormak isterdim, ondan bir takım tüyolar alırdım.
Çok gerçek ve hafif bir kişilik o ve bu özellikleri ona büyük bir bilgelik getiriyor. Hayatı çok normal bir şekilde yaşamak gerekiyor... Ağaç gibi varolmaya çalışacaksın. Doğa koşullarına boyun eğerek, fazla düşünmeden... Daha normal bir hayat sürdürülebilir böyle yaşanırsa. Masrroianni bunu başaranlardan biriydi bana göre. Onunla hayatın anlamına dair duygulanmalar yaşamak isterdim.

Romy Schneider'ı kurtarmak isterdim!

60'lı yıllarla ilgili bir fotoğraf albümüm var, orada Romy Schneider'ın bir fotoğrafı var, baktıkça içim titriyor. O yüz ifadesi öyle çok şey anlatıyor ki, insanda koruma güdüsü uyandırıyor. Gerçi ben öyle çok kollayabilen biri değilim ama onunla ilgili bir sürü evhamlar geliştirebilirim. Yüzü insanı buna çağırıyor. Schneider'ın hayatı boyunca yıkıcı problemleri oldu, çocuğunun ölümüyle ilgili bunalımları filan vardı ama daha öncesini düşününce, hele de gözlerine bakınca anlıyorsunuz ki onun kaderi baştan çizilmişti. Kadın, 20 yaşında düşmeye başladığını hissediyor, hayatının neredeyse bitmiş olduğunu biliyor. Onu kurtarmak isterdim ama benden iş çıkmazdı, ben kendimi kurtarayım önce... Yine de yüzündeki o hüzne dalıp gitmek için çok şey verirdim. Avrupalı oyuncularda yüz ifadeleri çok öne çıkıyor. Gürbüz Amerikalıların karşısında çok daha gerçek ve insancıllar. Avrupa sinemasıyla ilgili takıntım da buradan kaynaklanıyor. Filmlerdeki ruh halleri, karakter tahlilleri filan, hepsi bana çok sıcak geliyor. Bugün artık insanlar o tip duygusallıkların özlemini çekiyor, bunu ancak filmlerde yakalayabiliyor.

Dünyayı Kurtaran Adam 2 çekilseydi müziklerini ben yapmak isterdim.

Yeni sinemaya daha iyi şeyler yazardım gibi geliyor. Romantik adlı filmde rol aldığımda birkaç şarkıya söz yazdım, iyiydi ama artık bir filmin tema müziğini yapmak istiyorum. Nasıl bir film olacağı hiç fark etmez. Bilim_Kurgu olabilirdi örneğin, Dünyayı Kurtaran Adam 2 çevrilseydi müziklerini ben yapmak isterdim, bayağı elektronik aletler kullanırdım heralde.



Kutu Kutu bira,
Beyoğlu, arkadaşlıklar...


"Gece dışarı çıktığımda çok eğlenemiyorum. 'Ne eğlendik abi dersin ya, öyle olmuyor. Mutlu olduğum tek yer sahne, çok eğleniyormuşum gibi gözükmüyor belki, şov adamı değilim çünkü ama sahnedeyken müthiş keyifli oluyorum. Onun dışında haftada iki-üç gece çıkıyorum. Arkadaşlarım neredeyse oralara takılıyorum. Daha çok Beyoğlu'ndayım. Godet, Gizli Bahçe, Safran ve Cantina en çok gittiğim yerler. Kemancı'ya pek gitmiyorum ama orası son kale, her zaman hayatımda olacak. Beyoğlu dışında başka yerlere pek takılmıyorum. Havana, Laila gibi mekanlara gitmiyorum çünkü arkadaşlarım oralara gitmiyor. Çağıran olsa bir kere gitmek isterim, belki hoş insanlarla tanışırım ama saçlarını arkaya taramış, ağızlarında aynı purolar, üzerlerinde aynı marka gömleklerle dolaşan insanlar benim kalıbım değil! Önemli olan, dostlarla olmak. 7-8 kutu birayla sarhoş olup, dağıtabilirim. İçimde çok şey biriktirip, hiçbir şey hatırlamayacak kadar dağıttığım eğlenceler de yaşıyorum ama genelde kontrollü olmaya çalışıyorum."        

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder