"İçimizden Biri": Teoman / 14.06.1999
'İçimizden biri'. Kiminle konuşsam onun için bu cümleyi söylüyor: 'O içimizden biri'. Siz öyle hissetseniz de, o bunun hiç farkında değil. Biraz ukala. Ukalalığı kendini çok sevmesinden kaynaklı. Ama kaçılacak ve bir daha görülmemesi temenni olunacak tiplerden değil. Çünkü sevimli, samimi... Kimilerine göre Teoman, Fikret Kızılok gibi devlerden sonra doğan bir boşluğu doldurdu. Ona göreyse 'önce o boşluğu yarattı, sonra da oraya geldi ve oturdu'.
KENDİNE KARŞI HEP AFFEDİCİ Doğruları görse de yanlış yapmaya devam ediyor; çünkü kendine karşı dünyalar kadar 'affedici'. Çok bilinmeyen ama ilgi çekici yönüyse, Kadın Araştırmaları kürsüsünde master yapıyor olması. Bu ona bir erkek olarak ne kazandırmış? İlişkilerinde hiçbir şey, ama hayata bakışında çok şey! 'Nasıl yani' diye sormak hakkınız.
ŞARKILARIMDA İNSANI ANLATIYORUM Çoğunluk onu aşk şarkıcısı olarak bilse de o bunu kabul etmiyor. 'Ben insanı anlatıyorum şarkılarımda' diyor. İlk albümü, isim bulamadığı için Teoman, ikincisi O'dan sonra şimdi üçüncü albümün hazırlığında. Aslında parçalar tamam; ama şu ara konserlere ağırlık veriyor. O kadar yoğun ki, ne zaman nerede olduğunu bile hatırlamıyor.
Teoman'la memleket meselelerini, hayatın anlamsızlığını, çok komik olan şarkılarını en çok da 'ders alamadığı' aşklarını konuştuk...
Senin için 'içimizden biri' cümlesi çok kullanılıyor. Bunu hissediyor musun gerçekten?
Açıkcası çok hissetmiyorum. Bu kendimle ilgili bir şey mi, yoksa onların arasında çokça olamadığından mı? Yelpazeyi bilmediğimden. Bir taraftan bakarken, 'ha içimizden biri' diyebilirsin. Ama sen beş bin kişiye bakarsan, onların içinden biriyim diyemezsin. Ben kendimi dışarıda görüyorum diye değil, ben o insanları görmüyorum bile. Ön taraftakileri görüyorum, bir de arkada flu insanlar topluluğu var. Büyük ihtimalle aynı yerdeyiz ki, o şarkıları (bence onlar samimi şarkılar, içimizden biri denebilecek şarkılar) hep beraber söylüyoruz.
İletişim kuramamak seni rahatsız ediyor mu?
Esasında çok fazla insanla iletişim ağları kuruyorum, ama onların da menzilleri kısa oluyor; tam olarak bir derinliğe ulaşamıyoruz. Bu tabii ki, işin bir yerinin samimiyetini azaltıyor. Ama bunun çaresi de yok.
İnsanların seni kendilerine yakın bulmaları nasıl bir duygu?
Öyle hissedilmesinden memnunum. Öyle hissediliyorsam, öyledir diye de düşünüyorum tersten bir mantıkla belki. Beni keyiflendiriyor. Çünkü ben başkalarına baktığım zaman (bu müziği yaparken insan etrafına da bakıyor) neler seni rahatsız ediyor, neler hoşuna gitmiyor diye... Birincisi karşıdakileri ben kişilik olarak da algılayamıyorum. Onlar birer insan mı, anlayamıyorum. Tam anlamıyla başka bir şeye dönüştürmüşler kendilerini. Hem varlar, hem de böyle saçma sapan, birbirine tezat, sadece içlerinde çelişkiler barındırmıyorlar. Aslında o çelişkileri oluşturan şeyler de palavra. İnşallah ben onlardan biri değilim diyorum kendi kendime.
'İnşallah onlardan değilim' dediğim popçular için 'iyi ki varlar beni çok eğlendiriyorlar' diyorsun.
AMACIM AŞAĞILAMAK DEĞİL Bunu söylerken çocukları aşağılamak değildi amacım. Kötü bir şey yaptıklarını düşünmüyorum. Kaşları çatık, bunlara sövgüler düzen insanlardan değilim ben. Popüler kültürle ilgili… Bayağı programlar, bayağı şarkılar çok da korkunç şeyler değil. Biz onlara bakıyor, eğleniyoruz. Çünkü kötü klipler, 'eyvah bu ülkenin kültürü nereye gidiyor' demek değil ki. Eğleneceksin.
Kendin için sık sık 'ben şarkıcıyım' diyorsun, bu bir tavır mı?
HEP ŞARKICI OLMAK İSTEDİM Evet, şarkıcıyım. Çünkü benim şarkı söylediğim süre, şarkılarımı yarattığım süreden daha uzundur. Ben her gece birkaç saat şarkı söylüyorum, ama birkaç saat şarkı yazmam. Kim sanatçıdır kim değildir, ben bu tür tartışmalardan tamamen kendimi soyutlayıp, başka bir alana, insanların pek de meraklı olmadığı bir alana kendimi kaydırmayı tercih ediyorum: Şarkıcılık. Kimse şarkıcı olarak anılmak istemiyor ama ben hayatımda hep şarkıcı olmak istedim. Çocukluğumda bile... Ama sanatçı karakteri hoş bir şey, sanatçılık değil. Bazen öyle insanlar vardır ki, illa da bir şiir, roman yazmaları gerekmez, bir karaktere sahiptirler ve yaptıkları işe onu yansıtırlar.
Şarkıların genelde hüzünlü. "Depresif anlarımda yazıyorum" diyorsun. Ya manik hallerinde.. o zaman ne yaparsın?
Hiç şarkı yazmam. Biraz relax bir ortam olması gerekiyor. Burada şarkı sözü yazılır, (bir apartmanın çatısındayız) ama aşağıda yazılmaz. Benim depresyonum dışında o modu oluşturan başka başka şeyler de var. Yağmurlu havada daha çok yazarsın, yağmurlu havada filmden de daha çok zevk alırsın. Ben şimdi güzel bir Ingred Bergman filmine gideceğime diyelim ki Hisar'da çay içmeyi tercih ederim. Ya da arkadaşlarımla komik komik, saçma saçma şeyler konuşmaktan hoşlanırım, elime de gitarı almak istemem. Ama öyle birşey oluyor ki; hava yağmurludur, senin içinde de depreşik şeyler vardır, eline gitar kendi kendine gelir zaten. Diyelim ki başka bir şekilde şarkı yazma dönemlerinden bahsediyorsak, yaz iyi bir şarkı yazma dönemi değil. Ama sonbahar, fena değil. Ya da gece gündüzden daha iyi. Yani ben gece daha hüzünlü bir adamım, daha hassas biri oluyorum. Gece başka bir şey.
Yalnız kalmakla mı ilgili?
Yalnızlık önemli tabii. Eğer etrafta insan varsa ben şarkı sözü de yazamıyorum, şarkılardan zevk bile alamıyorum. Üç kişi olsa şarkıyla aramda kurduğum muhabbet bölünebilir. O yüzden yalnızlıktan yanayım ben.
Hangi halini daha çok seviyorsun?
HERKESİN BİRAZ DEPRESYONA İHTİYACI VAR Manikken daha mutluyum ama depresifken de şarkı sözü yazdığım zaman tersten bir mutluluk haline dönüşüyor. Herkesin biraz depresyona ihtiyacı var. En azından bir şeyler ürütme aşamasında... Hala depresifim ama mutluyum. Çünkü şarkı sözü yazdım. Bu genel bir hal.
Genelde 'kafam karışık' diyorsun. Bu nasıl bir karışıklık?
Kafamın karışıklığı hızdan ötürü, ben yavaşlığa alışkınım. İnsan hem kendini hem dünyayı tartıyor, sonra da arasındaki bağlantıları kuruyor ya, eğer onlardan bir tanesi hızlı gidiyorsa dünyayla bağın kopuyor. Şu anda ben acaip yoğun günler geçiriyorum. Konserler oluyor, hangi şehirde konser verdiğimi hatırlamıyorum. 'Cuma neredeydin?' dediklerinden hakkaten neredeydim oluyorum. Üç gün, dört gün gazete okuyamıyorum. Bir de bakıyorum Apo davası başlamış.. bitmiş bile. Saçma sapan şeyler oluyor. Gerçi Apo davasını izlemek insanı dünyaya ne kadar yaklaştırır? Bence tam tersine uzaklaştırabilir bile.
Zaten gündelik olaylardan uzaklaşmak gerekiyor. O kadar döngüsel bir şey ki bu gündelikle ilgili olaylar.. bir sürü şey olmuş; birçok insanın hayatlarına **** olmuş. İşte sağ sol kavgasıydı, şimdi Türk Kürt; Susurluk davası, insan hakları... Herkes birbiriyle çatışıyor, biri bitiyor bir başkası başlıyor. Bir de bakıyorsun hiçbir yere gidilmemiş.
Bunu, yani gündelik hayattan uzakta kalmayı başarabiliyor musun?
KENDİMİ DAHA UÇARI BİR HAYAT TARZI İÇİN ZORLUYORUM En azından çalışıyorum. Arada bir kolay da havaya girerim. Üç gün üst üste gazete okuyup, arkadaşlarımla bir şeyleri tartıştığım zaman bir tane görüşün kendimce sözcüsü oluyorum, o bulunduğumuz oda içerisinde. Ama benim normalde kendime edinmek istediğim, belki yapay oluyor ama kendimi hakketen zorladığım şey, daha uçarı, hafif bir hayat tarzı. Birincisi her şeye dışarıdan bakmak. İkincisi bunlara gülmek. Siyasetle ilgili her şeye gülmek gerekiyor bence. Mesela MHP o kadar yüksek oy oranı aldı. Bu aslında korkutucu. Artık Meclis'te mecazi anlamda değil, gerçekten katiller var. Bunlar benim hayatımı karartsın mı, hayır. Bunlara gülüyorsun.
Ait olma hissi yaşıyor musun hiç?
HAYALLERİM BİLE BURADA Ben buraya aidim aslında. Mesela, ergenlikte düşündüğümün tersine birşeylere bağlandığımı hissediyorum. O zamanlar hayalimizde yurtdışıyla ilgili balon balon fikirler vardı. 'Buraya ait değiliz, bizim hayallerimiz yurtdışına ait' diyorduk. Gittim yurtdışına, çok da oraya ait değilmişim. Hayallerim bile buradaymış. Aslında Türkiye'ye aidim, ama sevmediğim yığınla şey var burada. Bu 'Ya sev ya terk et' demek değil. Tamam seviyorum, o yüzden terk etmiyorum, ama bir sürü şeyinden de nefret ediyorum.
Bir yığın olumsuzluktan bahsettin. Korkuların var mı hayata dair, kendine dair?
ARTIK BİREYSEL MUTLULUKLAR PEŞİNDEYİM Birincisi Türkiye'de hiçbir zaman bir şeylerin çok iyiye ya da çok kötüye gittiğine şimdiye kadar (32 yaşındayım) denk gelmedim. Her zaman ama her zaman kötüydü burada gidişat. O yüzden artık bireysel mutluluklar peşindeyim. Kendimle ilgili düşündüğüm zaman, '99 yılındaki Teoman'ı olacak hiçbir şey mutlu etmez diyorum. O yüzden de çok sevdiğim biri var ki, kendim; çocukluğumdaki kendim… En azından acı çekmiş, olayları sorgulamış, (en azından diyorum o herifin birtakım hayalleri vardı) sanki o bir canlı varlıkmış gibi onu mutlu edeyim. O yüzden ne yapıyorum, çok çocuksu olan konserler veriyorum, çok çocuksu olan şarkılar yapıyorum. Bütün mutlulukla ilgili duygusal şeylerimi de o çocuğa aktararak elde ediyorum.
Ya şimdiki çocuk için...
Onun bir tarafı olgunlaştı ve onun o tarafını çok sevmiyorum. Benim sevdiğimTeoman daha evvel yaşamış olan.
Genelde aşk şarkıları yazıyorsun. Oysa aşk şarkıları söyleyen biri olarak akla gelmiyorsun.
BENİM ŞARKILARIM İNSAN GİBİ Aşk da var ama tam olarak öyle değil. Benim şarkılarım insan gibi, hayatın bir yerini kapsıyor. Bir günü düşün: Sabah kalktın, sarhoşsun mesela. Başın ağrıyor, miden kazınıyor. Telefon çalıyor, ona kalkman lazım, ev soğuk, aynı zamanda aşk acısı çekiyorsun, iki üç aydır çekiyorsun o acıyı, ama dün de başka bir kadından hoşlanmışsın. Dünkü planların da fos çıkmış, evde yalnızsın diyelim. Onların hepsini bir arada yazıyorsun.
Sık aşk acısı çeker misin?
Çekmiyorum artık.
Artık aşık olmuyor musun?
Uzun zamandır olmuyorum. Bazen insan büyük bir boşluk yaşıyor ve o boşluğu doldurmak için aşık oluveriyor. Onu öyle yaşamak istemeyenlerdenim. Ben istiyorum ki birileriyle tanışalım, allak bullak olalım. O yüzden de bekliyorum. Böyle şeyler insanın karşısına sık sık çıkmıyor, çıksa da çabuk bitiyor. Olması gereken şeyleri alt alta yazdığım zaman, zor şeyler çıkıyor.
Neler var listede?
Birincisi insan çok aynı şeyler yaşadığı zaman onlar birbirleriyle örtüşüyor ve inandırıcılıklarını yitiriyor. İnsan on kere aşık olursa on kere aşık olmamıştır. Demek ki onlar birbirine dönüşebilen şeylerdir. Ben istiyorum ki...
Leyla ile Mecnun gibi mi?
Neredeyse. Daha şövalye aşkı gibi olsun, bir şey olsun. Gündelik yaşam aslında buna çok izin vermiyor. Hayatta büyük zorluklarımız yok, ama olmalı. Bir yere gitmek için taksi çağırmak yeter; bir şey seyretmek için çocukluğumuzdaki hayalleri kurmak gerekmiyor. Her şey kolaylaştıkça hayatın değerleri de azalıyor. Belki de hoş bir kızla ilişkiye girmek eskiden çok zorken, şimdi kolay. Belki de kalkanları kaldırmışsındır, gelebilecek hoş şeyleri, başka başka şeyler yüzünden, kalkanlar da kalktığı için ona izin vermiyorsun.
Bu kadar mantıkla yaklaşmak doğru mu?
Ben bunu söylüyorum da... Bunlar benim yalnızca çıkarımlarım. Yani oldu mu da olur. Hayalindeki kız gibi değildir insanın aşık olduğu kişi. Bir sürü şeyini de beğenmez, gıcık olursun. Ya ben bundan niye hoşlanıyorum, bundan bir evvelkinin bir sürü huyu daha iyiydi, daha akıllıydı falan falan. Ama ondan etkileniyorsundur.
Bir şarkında, 'Bir şey sevmeye değerse, ölmeye de değer mi?' diyorsun. Bunun savunusunu 'ısrarcı olmaya gerek var mı?' olarak yapıyorsun. Bu, kendinle ilgili bir şey mi?
Bir kız arkadaşım vardı, onu kanser ediyordum. Elimden gelmiyordu iyi olmak; ona karşı kontrol dışıydı tavırlarım. Bir taraftan da seviyordum onu, istiyordum ki o kendisi için iyi olan şeyi yapsın. Ama bu ilişkiyi bitirecek kudrete sahip biri değildim. Ona diyordum ki, hadi yap, sen kendini kurtar. Ben bunu yapamıyorum, tamam beni seviyorsun ama kendini öldürmeye değer mi?
İlişkide çekilmez biri olarak gösteriyorsun kendini…
Ben ilişkilerde orta noktada olmaya, bir yerlerde uzlaşmaya alışkın değilim.Türkiye'nin geleceğinin uzlaşmayla halledebileceğini söylerim, cır cır konuşurum ama birebir ilişkilerde uzlaşmacı değilim. Savaşa dönüştürüyorum. İstiyorum ki o insanı alayım, benim istediğim noktaya oturtayım. O nokta da insanın evrilmesi çevrilmesini, hatta ilk tanıştığın insan olmamasını gerektiriyor. Bir de bakıyorsun, onu deforme etmişsin.
Hiç ders almıyor musun?
Hiç almam. Belki de işime geliyor. İlişkiler çürüyor, normal anlamda bitiyor da, biz karar vermemiş oluyoruz. Üzerinden geçiyor, onlar bana hala kızgın oluyorlar, ben de haklı olduğumu düşünüyorum. Çok zaman sonra gerçeği görüyorum, hem kızgınlıklarına hak veriyorum, hem de savaşacağımız bir savaşımız olmadığı için onlardan özür dilemesi daha kolay oluyor.
İlişkiler bir oyun gibi, uğraşmak kadınların hoşuna gidiyor...
Öyle geliyor bana da. Her şey oyundur ya zaten. Onlar da her şeyin yolunda gittiği ilişkilerdense bu tür şeyleri daha çok tercih ediyorlar galiba. Bu resmen acıklı filme gitmeyi sevmek gibi bir şey, mutlu çıkıyorlar filmden.
Kadın Araştırmaları kürsüsünde master yapıyorsun. Nereden bu merak?
Boğaziçi'nde Feminist Perspektif dersi alıp çok sevmiştim, çok sempatikti. Hayatımı adayacağım bir bölüm olarak görmedim de, çok kafa açıcı bir bölüm olduğunu düşündüm. En azından biz (yani erkekler) o konuları hiç araştırmamıştık, pek bir şey bilmediğim bir alandı.
İçine girdikten sonra ne değişti hayatında?
İnsan ne okusa zaten hayatında bir şeyler değişiyor. Kadın araştırmaları benim o kadar bilmediğim bir alan ki, benim perspektifim 90 dereceyse öğrendiğim şeylerle 120 derece olmuştur. Ben kadın araştırmalarına hayatımı vakfetmediğim için (vakfedenler olduğunu biliyorum) sadece perspektifimi genişlettim, çok içini doldurmadım ama.
Nasıl bir perspektife sahip oldun?
Örneğin insan bir haber başlığını perspektifine göre algılar. Mesela okuduğun bir haberin seksist bir yaklaşımı olup olmadığına karar verebiliyorsun. Bir de bakıyorsun ki çok ileri olduğunu söyleyen birileri seksist ya da homofobi insanlar olabiliyorlar.
Tez konun çizgi romanda kadın...
Çizgi romana ilgim var. Kadın araştırmalarında da okuduğum için ikisini birleştirdim. Bildiğim bir şeyi yapmayı tercih ettim. Filmleri de severim ama sinemada kadını yapmadım. Birincisi iyi bildiğim bir alandı. İkincisi hiç bu konuda araştırma yapılmamış. İşte, 50'li yıllardan 70'li yılların ortasına kadar Türkiye'de çizgi romanlar çok satmış olduğu için ağırlık olarak o yıllara baktım. Sonra da onlara alternatif olabilecek Abdülcambazı inceledim.?
Bu bölümde okuyor olmanın ilişkilerine bir yansıması oldu mu?
Hayır olmadı. Ben yine saptamalarımı doğru yapabilsem de, yine aynı duygulara sahip, yine aynı yanlışları yapan insanım. Bir de kendime karşı çok affediciyimdir. O da kötü bir özellik.
Seni kolay affediyorlar mı?
Kendimden hareketle söylüyorum, bence kadınların affetme katsayıları daha yüksek. Bunun doğalarından gelen bir özellik olduğunu da sanmıyorum, tam aksine sosyal bir şey. Kadınlara öyle şeyler verilmiş ki, daha yeni okudum kadınlar işkencede erkeklerden daha zor çözülüyorlarmış. Bağırlarına taş basma katsayıları daha yüksek; acıyı içlerine atmayı daha iyi beceriyorlar. Bu iyi bir özellik midir kötü bir özellik midir tartışılır ama en azından kendilerine karşı iyi bir özellik değil.
Sen affedici misin?
Başkalarına değil ama kendime karşı affediciyim. Benim çok korkunç da bir huyum var aynı zamanda. Birincisi altta kalmak gibi şeyler, bende hiç gelişmemiştir. Bir bakarım ki ikili ilişkiler hafiften yarışa dönüşmüşse, mutlaka karşımdakini yenmek isterim ve çok yanlış olan belden aşağı da vururum. Öfkemi de çabuk belli ederim, bağırırım çağırırım, pire için yorgan yakarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder