Teoman Müzik

25 Haziran 2013 Salı

Teoman'ın 2000 yılından kalma bir Best FM Röportajı !!

Spiker: Teoman Best FM'de bizlerle, hoşgeldin Teoman. Nasılsın?
Teoman: Merhabalar.
S: Biraz yorgun görünüyorsun ama sürekli, albüm, koşuşturma.
Teo: Çok yorgunum. Aslında sadece albüm değil, konserler var. 19 Mayısta Açık Hava Tiyatrosunda konserim var, onun provaları..
S: Ama yine de hem yorgun, hem keyifli bir ifade var Teoman'ın yüzünde.
Teo: Albüm bitti diye sanki bir irin atmış gibiyim, çok mutluyum fakat onun haricinde bitti denilen şeyler bitiyor ama ondan sonra başka şeyler başlıyor. Hepsi sevdiğim şeyler, sevdiğim şeyi yapıyorum.Onunla ilgili bütün yorgunluklar tatlı yorgunluk oluyor sonuçta..
S: 3 uğurlu da bir rakamdır, gerçi böyle uğurların var mı bilmiyorum ama.. Teoman'ın 2. albümden sonra çok daha ayrı bir yeri oldu. Bu 3. albümle iyice pekişti mi diyelim?
Teo: Umarım öyledir. Ben öyle birşey olmasını isterim.
S: İnan öyle çünkü her yerde albüm geldiğinden beri, ilk şarkı hemen beğenilmez. Öyle bir durum vardır. Önce biraz zaman geçer, insanlar alışmaya çalışır ama belki de çok uzun zamandır bekledikleri için böyledir bilmiyorum ama emin adımlarla..
Teo: (Spikerin sözünü keser : ) ) Ama iyi de parçalar var o yüzden çok beğenilmiştir (Gülüyor..)
S: Doğru. Peki sen ne düşünüyorsun, içine sindiğini biliyorum, yapmak istediğini yaptın. Ama Türk piyasasında istediğini yapan insanlar genellikle az satarlar. Böyle bir durum vardır. Çünkü istediği şeyin yapınca bunun halka ulaşmayacağını düşünürler. Yada ne bileyim, piyasa müziği diye bişey vardır. Önce onunla başlayıp, "bir gün ben istediğim müziği yapacağım" diye çok uzun zamanlar geçer ama sende hiç böyle birşey olmadı.
Teo: Bende biraz tersten gitti heralde. Yani açıkçası aslında bende öyle düşünüyordum. Diyodum ki "Benim istediğim şeyi yaparsam insanlar beni algılamazlar". Ama yapabileceğim bişey yoktu. Ben iyi taklit yapabilen bir insan değilim. Yapmak istediğim şeyi yapıyormuş taklidi yapamam. Yani mecburen dedimki "kendimi zorlamanın alemi yok, ben iyi taklitçi değilim en iyisi istediğim şeyi yapayım, beğenirlerse beğensinler.." Ondan sonrada bir de baktım ki insanlar benim zannettiğim gibi değillermiş, benim yaptığım şeyleri de beğenebilirlermiş Türkiye'de ve şimdi de halimden memnunum. İyi ki yanlış bir şey yapmamışım. Önce başka türlü şeyler yapıp da sonra dönerim iye düşünmemişim..
S: Evet. Artı bir de şey de var, mesela genel olarak bu ilk andan itibaren Teoman karşımıza çıktığından beri biraz içe dönük, kendi istediği gibi yaşayan, belki zaman zaman biraz soğuk ama ne yaptığının farkında olan biri ve hiç kimseye kendini sevdirmek için değişik şeylerde yapmadın. Bu çok önemli.
Teo: Bu "soğuk" çok sık duyduğum bişey oluyor (Gülüyor..)
S: Ama, çok kötü anlamda bir soğukluk değil. Çok soğuk olupta sevimli görünmeye çalışılabilir, o çok yapay durur. Tamamen kendi halinde, insanları yakalamayı başardın. Bunun gizi yada sırrı sadece sende mi, yoksa çok iyi bir ekip çalışması mı oldu yada etrafındaki insanlar mı çok..
Teo: (Spikerin sözünü keser..) Onun tam açık formülünü bilmiyorum. İnsanlar nasıl oldu da hani çokta sevilesi olmayan bir insanı sevdiler? (Gülüyor..) Yani ben o cıvıl cıvıl insanlardan, sevgi saçan çocuklardan falan değilim. Ben kendimle daha çok ilgiliyim. Belki de insanlar bir şekilde o anlamdaki bir iddiasızlığı seviyorlardır. Yani "hepiniz beni çok sevceksiniz, bende sizi çok seviyorum. Siz beni yaratın, bende sonra size saygılarımı sunarım" falan filan gibilerinden bir tavır varya herkeste.. Yani ben açıkçası onun çok samimi gözükmediğini de düşünüyorum. Yani öyle biraz evvel ki şeyden tekrar gireyim, taklit yapamayacağım için kendim olayım dedim..
S: Ve insanlar bunu da yakalıyor galiba. Bir de şey olayı var, şimdi bunu da belki yıllardır konuşuyorsun, anlatıyorsun belki bundanda sıkıldın. Türkiye'de rock müzik anlaşılıyor yada anlaşılmıyor yada kötü örnekleri var. Ama ben tam ortada falan gibi düşünüyorum seni. Yani çok uçtada değilsin ama yapmak istediğin müziği de yapıyorsun. Buna inan etrafta "pop-rock" diyen insanlar var. Yani seni dinleyen insanlar tam olarak bir isim veremiyorlar.
Teo: Valla isterlerse arabeskte diyebilirler (Gülüyor..) Önemli olan şey şarkıları sevsinler. Ben o kategorizasyonlara çok fazla inanmıyorum ama "pop-rock" açıkçası mantıklı birşey heralde, çünkü çok sert değil. İnsanların kafasındaki "rock" çok sertse benimki o kadarda sert değil. Gerçi konserlerde çok daha sertleşiyor ama birazda güçle ilgili birşey o, konserdeki atmosfer onu gerektiriyor falan ama albümleri 50 yaşındaki insanlarda dinleyebiliyorsa Türkiye'de, ki dinliyorlar, öyle bir dinleyici profiliminde olduğunu anlamış bulunuyorum ben artık, demekki çok da sert bir müzik yapmıyorum. Pop-Rock güzel bir kategorizasyon.
(Arkada "Uykusuz Her Gece" çalmakta..)S: Peki, ilk dönemlerde, çünkü albüm piyasaya çıkmadan önce de sen müziğin içindeydin. Hep bi' albüm yapma fikri var mıydı yoksa ben müziğimi de yaparım, 10 kişide dinlese 100 bin kişide dinlese, alsınlar, vermek istediğimi algılasınlar mıydı?
Teo: Şimdi şöyle birşey var, ilk albüm formatına bürünmeden evvel ben kendi parçalarımı yapmaya başlamıştım. Kafamda da bir albüm fikri vardı. Onda da hemen hemen aynı şeyi düşünüyorsunuz. Ben kendi paramla yapıyordum demolarımı veya kayıtlarımı. Ben diyordum bunu bir albüm formatına dönüştürcem. O işi gerçek yapıyor. Realize ediyor. Fakat şimdi de öyle düşünüyorum, eskidende öyle düşünüyordum, kim dinlerse o dinler. Yani bazı şeyleri çok zorlamanın alemi yok. Bu işi sevmeyecek olan insanlara satıpta evlerinde bu albüm kalsın istemem ben. Bunu gerçekten sevecek olan insanlar ilk parçada anlasınlar. "Ya ben bunu eve ******ürürsem bu albümü severim" falan diye düşünsünler. Yani bize birkaç yüzbinlik satış yeter milyonluk satış yerine.
S: Peki, bu akşam konserinde var. İstanbuldaki ilk konserin bu.
Teo: Tabi, albüm için ilk konser. Aslında tüm Türkiye'yi düşününce de albümdeki hemen hemen bütün parçaları çalıcaz. Ben geçen hafta Ankara'da konser verdim, yeni albümden 3-4 tane parça çalabildim. İstanbuldaki diğer konserde, gece yaşamında eğlenmeye dönük olduğu için başka bir konser daha verdim ben ama yie 2-3 tane parça çalabildim. Bu albümdeki hemen hemen bütün parçaları 19 Mayıs'taki konserde çalıyorum.
S: Güzel. Bu arada çok özel parçalar var. Biri "Uykusuz Her Gece" diğeri benim için çok önemlidir "O yaz" Birisi çok sert olmuş, diğeri çok yumuşak. Ama ikiside çok özel bir şarkı. Son anda mı karar verdin?
Teo: Yok hayır, bi' kere "O Yaz" benim Türkçe parçalar çalarken en sevdiğim iki parçadan bitanesiydi. Bitanesi "Sen ve Ben"di Mazhar-Fuat-Özkan'dan diğeri de "O Yaz"dı. Ben Zerrin Özer parçası olarak bilirdim, kayıdı da vardı, çalardım da. Çokda duygulanırdım o parçada. Sonradan artık albüm yapıyorum, başkalarından o sevdiğim şarkıları, "Gemiler" gibi şarkıları alabildiğim için, bu albümde de dedim ki "benim çok sevdiğim o kadar şarkı var. "O Yaz" mesela, onu alayım. Başka bir forma büründüreyim. Şimdiye kadar hiç yapılmamış birşeyini yapayım." Şimdiye kadar dediğim, Zerrin Özer'in diye biliyordum birde öğrendim ki Bora Ayanoğlu'nun bestesiymiş ve zaten Zerrin Özer'i dinlerken "Ya bu eskilerden hatırladığım bi' parçaydı" dediğim bir parçaydı o, meğerse daha evvellerden Bora Ayanoğlu'ndan hatırlarmışım ben onu. Hatta aldım, çok da güzel bir yorumu var Bora Ayanoğlu'nun da. Ki Zerrin Özer'de çok güzel söylüyor. Onun ikisini de çok seviyorum artık. Bende dedim, "bunu alayım, başka bir forma büründüreyim, Teoman şarkısı yapayım artık."
S: Doğru, çok da güzel yapmışsın.
Teo: Teşekkür ederim.
S: Şarkıyı dinleyelim isterseniz, Teoman'la sohbetimiz devam edecek..
...
S: Bu arada reklam arasında da konuştuk. 17'ye mi klip çekeceksiniz dedim. Aslında bir ara hepsi olabilir dedin.
(Arkada "Rüzgar Gülü" çalmakta..)Teo: 17 düşünüyorduk, albüm çıkmadan evvel niyetimiz öyleydi. Önce bir Paramparça'ya çekeriz sonra da 17'ye çekeriz demiştik. Ama ben albümden beri plak şirketiyle o kadar seyrek görüşüyorum ki artık hala fikirlerimiz aynı mı bilmiyorum. O yüzden şimdi birşey söylemek için erken. Ama onların Haziran ayı içersinde çekmek gibi bir niyetleri var, büyük ihtimalle de 17 olacak. Fakat başka bir zorluk ortaya çıkıyor. Haziran ayı içersinde çekmek istiyorlar fakat benim öyle yoğun bir konser trafiğim var ki büyük ihtimalle biz çok zor bulacağız o klip için gerekli olan bir günü..
S: Neyse hayırlısı olsun. Zaten uzun bir süredir Paramparça'ya.. Ya albüm hakkaten çok güzel Teoman.
Teo: Teşekkür ederim.
S: Ve şarkılar, mesela ilk ben "Uykusuz Her Gece" çok özel bir şarkıdır. Herkesin sevdiği bir şarkı. Acaba insanlar sert bulabilir mi diye düşündüm ben ilk dinlediğimde. Ama inan başka bir durumda çok sert bulabilecek olmalarına rağmen ya şarkı çok iyi olduğu için yada sen söylediğin için o zıtlık hiç rahatsız etmiyor insanları.
Teo: Valla bende onu çok merak ediyorum. Hatta plak şirketi ilk dinlediğinde "Eyvah" dedi, "Ne kadar güzel bir hit parçası almıştın ama artık almışın, ne yapmışın, onu hiç bir radyo çalmıcak" falan dedi (Gülüyor..) Ondan sonra bende "Ne yapalım çalmasınlar ama biz onu öyle yaptık" dedim (Gülüyor..) Sonrasında ben radyocu arkadaşlara falan soruyorum, "Uykusuz Her Gece" sert oldu, siz çalıyor musunuz onu diyorum, onlarda diyor ki, kompliman tabi ki bu (Gülüyor..) "Teoman yapar da biz çalmaz mıyız!" (Gülüyor..)
S: Peki Teoman bu albümdeki şarkıları, çünkü birkaç şarkı hariç tüm şarkılar sana ait, daha önceki dönemlerde yaptığın şarkılar mı?
Teo: Aslında bu albümdeki parçalar, öbür albüm biterken başladı. En azından stüdyodaydım ben, stüdyonun son aşamalarında ben bu parçalara başladım. Yani en azından 2 senelik ömürleri var onların, 2 senedir yaşıyor o parçalar.
S: Bu enteresan bir durum aslında, genelde bütün müzikle uğraşan insanların yaşadığı bişey. Birşeyler yaşanıyor, bi kenarda kalıyor, aradan belki çok uzun zaman geçiyor, sonra tekrar gündeme geliyor.
Teo: Zaten öyle ilginç bişey ki o, bu duygular içinde geçerli, bir aşk şarkısı yapıyorsanız illa o dönemde aşık olmanız gerekmez. Eskiden olmuşsunuzdur, eski duygularınızı bi' düşünürsünüz, tekrardan onu hissedersiniz. O zamanda şak diye o parçalar çıkar. Ahmet Erhan'ın, çok güzel bir şairdir kendisi, geçen gün bir röportajını okudum. "En güzel aşk şiirlerimi hiç aşık olmazken yazdım." diyodu. Hakkatende bazen öyle şeylerde olabiliyor ama o duygularınızı hatırlayabilecek kudrette olmanız gerekiyor. Yani eskiden aşık olmuşunuzdur, unutmuşunuzdur, "yaa nasıl bişeydi" falan filan diye düşünürseniz aşk şarkısı falan yazamazsınız.
S: Peki, evini sever misin?
Teo: Evi çok seviyorum ben. Çok sıkıldığım zamanlarda oluyor ama yani seviyorum evi.
S: Yada yalnız kalmayı sever misin yada evde mi olur stüdyoda mı olur yada birden bire mi gelir?
(Arkada "Yarından Banane" çalmakta..)
Teo: Birincisi ben o kalabalıkta hiç birşey üretemiyorum. Benim evde yalnız olmam lazım. Hatta evde yalızsın eğer yan taraftan bir çekiç sesi geliyorsa ben yine birşey yapamam. O yüzden mümkün olduğunca gece, evde yalnızken falan yapmaya çalışıyorum bu parçaları. Ama şöyle de birşey var ki şarkı yapmak sizin için hiç bitmeyecek bir süreçse, hiç bitmeyen bir süreçse, o güne de yayılıyor. İsterseniz otobüse de binin, uçakla da gidin, orda göreceğiniz herşeyi aklınıza benim yaptığım gibi not defterine kaydediyorsunuz. Yani onlar şarkı yaptığınız bütün zamanlara denk geliyor yani 24 saat yapılıyor şarkı.
S: Doğru.. (Bi sessizlik olur) Bende çok biliyormuşum gibi doğru diyorum (Gülüyor..)
Teo: En azından bana katıldın, teşekkür ederim (Gülüyor..)
S: Peki bu albümde senin için çok çok önemli bir şarkı var mı?
Teo: Yaani.. Şey demek istemiyorum aslında, "Bunların hepsi benim için çok çok önemli" demek istemiyorum. Ama ben bunların hepsini bir şarkıymışçasına algılıyorum. Yani Paramparça; 17'den, Rüzgar Gülü'nden, Zamparanın Ölümü'nden, Süpriz'den farklı değil. Süpriz'in bi' yerinde birşey söylüyorsam büyük ihtimalle Gündüz Tarifesi'nde birşeye verilen cevaptır. Yani hep yaptığım şey. Ordan bir sözcüğü alıp başka bir parçaya koysanız sırıtmaz diye düşünüyorum ben. Onların hepsi benim şarkılarımsa, Teoman şarkısıysa eğer onlar doğruları söylemek zorunda. Mesela diyelim ki "Gündüz Tarifesi"nde "Çok da ciddiye almamalı, yaptıklarımız rol icabı.." diyorsam, "Süpriz"de de ona başka bi' şekilde cevap veriyorum. Diyorum ki "Çok şaka yaptıysam, aslında korktuğumdan" Yani ordaki şakalar, diyelim ki "İki Yabancı"da söylediğim, erkek orda biraz palavra atıyo', palavra sıkıyo' (Gülüyor..), kadında, Şebnem Ferah'ta, ona karşı doğruları söylüyor. Bunların hepsi bir şarkıymış gibi geliyor, özellikle seçemiyorum..
S: Birde albümde benim, bu aralar albümler çok fazla yok, hiç yok demeyim, hakkını yemeyim kimsenin ama, sanki bir insanın birşeyi yaşarsın, birşeyi hissedersin ve onu gizlersin. Belki gün içinde sende bunları gizlesen bile, şarkılarda inanılmaz bir açıklık var.
Teo: Umarım öyledir.
S: Kendini suçlayabiliyor, pişmanlığını anlatabiliyor, mesela "Paramparça"da ilk çalmaya başladığımızda insanlar hep bir bölümüne takılmıştı, "Babamın öldüğü yaştayım" sözüne takılmıştı. Özellikle o telesekreter olayı inanılmaz tuttu, yalnız onu söyleyeyim. Herkes "yaa bende telesekretere not bırakmayı bilmiyorum." Bu çok can alıcı ama çok küçük detaylar var.
Teo: Çok küçük detaylar ama hakkatende ben telesekretere insanların not bırakamadığını, birinci dereceden şahidim. Çünkü insanla birincisi ben evde telesekreterdeki sesi duyduktan sonra evde telefonu açarım ve ilk baştan şöyle şeyler hissederim hep, telefon çalıyor telesekreter çıkıyor insanlar telefonu kapatıyorlar. Tak diye 10 saniye sonra açıyorlar, o arada cesaretlerini toplayıp konuşuyorlar ve çokta güzel konuşamıyorlar açıkçası. Yani ilk seferinde telesektere mesaj bırakmak bir yetenek galiba. Bir tür beceri galiba. Ve çok kişide bırakamıyor. Bende dahil.
S: Evet bende.. Tabi çok yapay geliyor orda birinin olmadığını bilmek yada bilipte..
Teo: Ve ne söyleyeceğinide bilmiyorsun. Bazen bir "merhaba" demek istersin, sadece adını söylemek belki de daha mantıklı. Ben aradım o kadar. Yoksa anlamlı birşey kullanmaya veya güzel birşey söylenmeye çalışıldığında hakkaten telesekreter hem yapay bir alet, hemde yapay birşeyler söylemiş oluyorsunuz.
(Arkada 17 çalmakta..)S: Birşey soracağım, bu çok kişisel bir merak. Sen eğer Türkiye'de olmasaydın, öyle bir his var içimde. Mesela Amerika'da dünyaya gelseydin, müzik değilde sinema acaba Teoman için daha önemli olur muydu?
Teo: Niye?
S: O da nerden çıktı, şarkılarında taa en başından beri birşeyinden çok etkilendiğini yada filmlerin çok önemli olduğunu falan..
Teo: Sadece öyle değil, filmlerden çok etkileniyorum tabi ben ama kaynaklar önemliyse o şeyler içerisinde, yani edebiyatta çizgi filminde, çizgi romanda, veya bir gazete haberide beni çok etkiliyor. Birşeyleri hep bir yerlere atıfta bulunurum ben, hep referanslarım vardır. ve iyi de hatırlıyorum, hafızamda o şeyde güçlüdür. İnsan isimlerini falan bilmem ama diyelimki çok sevdiğim bir roman kahramanının gittiği kahvede ne içtiğini falan hatırlarım ben. Böyle abuk sabuk şeylerim vardır. Bunlar real şeyler değil, hayatta yaşanmış şeyler değil ama benim için daha da gerçek geliyor. Yani beni hiç ilgilendirmeyen birinin birşeyini hatırlayacağıma, başka şeyleri hatırlıyorum ve onlardan etkilenmeye devam ediyorum. Film mesela onlardan birtanesi. Filmlerde gördüğüm şeyleri unutmam, eğer beni etkilemişlerse. Dediğim gibi romanlarda da öyledir. Hatta çizgi romanlardanda o derece etkilenirim. Şarkılardanda..
S: Genel olarak güzel olan şeyler etkiliyor.
Teo: Ve genel olarak güzel olan şeyler çokda hayattan değil de çok daha yapay şeylerden romanlardan, şarkılardan geçiyor. O yüzden ben onlarla yaşamayı tercih ederim.
S: Sinemaya nasıl bakıyorsun?
Teo: Sinemayı seviyorum ben ama sinemaya deliren bir takım izleyiciler vardır. Her filmi görürler ve hemen hemen her filmden de zevk alırlar. Ben öyle değilim. Müzikte de öyle deilim aslında. Ben çok az tür dinlerim. Bir sürü ismin farkını bile bilmem. İlgilenmemde onlarla. Sinema, edebiyat, müzik benim hep içlerinden bir parçasını aldığım alanlar. Sadece sevdiklerime bakarım, sevmediklerim konusunda da kendimi zorlamam. Ya bunlarda işte insanların onay verdiği şeyler, bunları da dinlemek lazım, jazz mazz gibi şeyler hiç öyle yapmam.
S: Peki oyuncu olarak teklif geliyordur sana?
Teo: Ben aslında oynadım bir filmde. Sinan Çetin'in filminde.
S: Hangisi?
Teo: "Romantik" filminde. Daha çıkmadı ama bir daha ki yıla çıkacak. Yasemin Kozanoğlu, Okan Bayülgen'le 3'ümüz başrolleri oynadık. O filmde çekildi, şimdi bir takım eksik planları var, onlarıda çekicez film tamamlanacak. Yani güzel bir deneyimdi.
S: Nedir senin rolün? Şarkıcı falan?
Teo: Ben kötü adamım (Gülüyor..) Yok şarkıcı değilim ama özellikle ben istedim. Önce Sinan Çetin benimle bağlantılı kurdu. Daha hiç bir cast belli değilken, Yasemin ve Okan belli değilken, benimle film çekmek istediğini söyledi. Sonra oturup konuştuk. Birbirimizi de sevdik, ben Sinan Çetin'i sevenler sa.fındayım yani (Gülüyor..) Sevmeyenlerde olduğunu bildiğimden söylüyorum.
S: Nasıl, biraz bahsetsene, kötü adam?
Teo: Yani ben dedim ki ona şimdi beni alıpta jön rollerinde oynatma, böyle harbi bitane kötü adam seçelim, hemde ben eğleniyim falan dedim. Yani bu "nedesiz kötüler" falan vardır, yani hiç bir nedeni yokken başkalarına kötülük falan yapar. Beni öyle bir karakter yap, elimde tabancalar falan olsun, hiç olmazsa çekerken eğleniriz falan dedim. Hakkatende öyle bir karaktere bürtündürdü o beni. Daha sonra karşıma da iyi insan olarak Okan Bayülgen'i çıkardı.
S: Sonra değişiyor musun sen, hep kötü mü kalıyorsun?
Teo: Hep kötü oluyorum. Ama sinan Çetin'in sonradan söylediği birşey var. "Ya sen kötüsün mötüsün ama aynı zamanda sempatikte duruyorsun filmde, e bende sana biraz neden bulayım, neden kötü olduğuna dair neden bulayım." dedi. Sonra beni birkaç gün çağırdı. Benim kötü olmama neden olan şeylerin çekimlerini yaptık birkaç günde. O kadar da kötü değilim artık (Gülüyor..)
S: Peki, izlerken kendini nasıl hissediyorsun. Müzikte çok daha farklı tabi.
Teo: İzlerken kendimi.. Ya birincisi müzikte ben o kadar iyi biliyorumki kendi sesimin nasıl çıkacağını, o kadar alışığım ki hiç bir şekilde şaşırmıyorum. Böyle çıkar, böyle olur falan filan diyorum. Ondan sonra, film çekmenin en güzel yanı insanın kendisini arkadan yandan falan görmesi (Gülüyor..) Aaa diyosun, benim kulağım böylemiymiş falan diyosun (Gülüyor..) Vay be, ensem baya çirkinmiş falan(Gülüyor..) Yani insan kendini daha yakışıklı zannediyor normal hayatta ama bi' bakıyosun filmde.. Ama yine de Sinan'da bende işte sonuçtan memnunuz. Sinan Çetin memnun, bende kendimi o kadar berbat hissediyodum ki sahnede, yani o film çekim esnasında, bir takım kurgusal şeylerle montajla falan, bir yönetmen bir yani hiç bişey bilmeyen bir oyuncuyu adam edebiliyor galiba. Şimdi seyrettiğim zaman açıkçası beğeniyorumda bir sürü sahneyi. Çünkü şöyle birşeyde var, baktımki rol yapamıyorum eh rol yapmayım bari bana ne söyleniyorsa..
S: İçindeki kötülüğü.. (Gülüyor..)
Teo: (Gülüyor..) Ya içimdeki, ben nasılsam öyle söyledim. Birini taklit edemeyeceğim için bende kötü Teoman nasıl konuşur, şöyle konuşur.. (Gülüyor..)
S: Kendin mi konuştun, canlı mı çekildi?
Teo: Canlı çekildi. Ya bilmiyorum belki sonra dublaja girmek gerekir, belki olmuyordur, belki hani o konuda en son olmaz başkaları seslendirir. Ama sesli çekildi film. Herkes kendi sesiyle oynuyor. Dediğim gibi bir takım teknik şeyler olursa dublaj yaparlar ama bir şarkıcının sesine dublaj yapılması komik geliyor bana. (Gülüyor..) Benim benim sesimle oynamam gerekiyor. Bilindik birşey çünkü, bilindik bir sese sahibim.
S: Hmm.. Peki atıyorum mesela 17 yaşındayken düşündüğün şeyler bugün yaşadıkların mıydı?
Teo: Aslında beklerimden daha iyisine sahibim şuanda ama şeyi anlıyorumki, herkes her yaşta mutluluk hayalleri kuruyor ve mutluluk hayallerinde gerçekleştirdikleri şeyler şunu olıyım bunu olıyım oluyor. Ben 17 yaşımda olmak istediğim kişiyim şuanda. Fakat 17 yaşımda beni mutlu edeceğini düşündüğüm şeyler şuan beni mutlu etmiyor. Ama eskiyi düşünüp "heh, tamam ya" diyorum, "ben bunları düşünüyodum, 17 yaşında bitane Teoman vardı, şunları istiyordu." Onları elde ettiğim içinde geçmişe gönderme yaparak mutlu olmaya çalışıyorum.
S: Peki, şimdi birşeyler elde ettikçe, basamakları çıktıkça, yukarda daha az basamak kalır ve şöyle bir durum var mıdır sende, çok başarılı olunca, çok insanın sevdiği olunca, mutlu olabileceği şeyler azalır gibi korkun var mı?
Teo: Yani aslında benim daha başka kaygılarım var, kendime yapacak iş bulamıyorum. Bir albüm yapıyorsunuz, konserler veriyorsunuz falan filan ama aynı zamanda çok yeni birşeyde yaşamak istiyorum ben. Şimdi düşünme safhasındayım, beni şu sıralar ne memnun eder falan diyip, çokta güzel cevaplar bulamıyorum kendime. Konserler tabi ki çok mutlu edici şeyler ama iki saat insanın tüm hayatına yayılacak bir süre değil. Yani 2000'de bir konser verecekseniz 48 saatlik yaşıyorsunuz ve 2 saat bana yetmiyor. İşte öbür tarafları, kafamı kurcalayacak şeyleri bulmaya ihtiyacım var. Onu da yakın zamanda bulmayı ümit ediyorum.
(Arkada Zamparanın Ölümü çalıyor..)S: İnşallah.. Bu arada daldık sohbete, bu hangisiydi?
Teo: Bu Zamparanın Ölümü.
S: Bu nasıl oldu? Peki kendin mi düşündün?
Teo: Zamparanın Ölümü'nü mü? (Gülüyor..)
S: Yada ne bileyim, birisi, hiç tanımadığın birisi mi etkiledi?
Teo: Aslında şöyle birşey var. yani bunlar hep benim barlarda yaşadığım şeyler. O içinde anlattığım şeylerde benim, orda bahsettiğim 3. tekil kişilerde bazı zaman benim. Bu şarkıyı yazarken, diğerlerinde de öyle ama kafamda bir film vardı zaten. Böyle insan birkaç tane içki içtikten sonra hafiftende duygulanırsa hafiftende bişeyleri kaçırdığını düşünürse hayatta, hep yanındaki insanı baymaya başlar ya.. Yani en azından barlarda sık sık öyle olur. Biri sizle konuşmaya çalışır. Hayatını, aslında ne kadar iyi bir insan olduğunu ama tüm fırsatları kaçırdığını falan filan anlatır size, yada aslında elinde neler neler varmışta onların hepsini bir şekilde kaybetmiş veya kendisi sokağa atmış gibi şeylerden bahseder. Ben öyle bir karakteri anlatmaya çalıştım ama tabi ki her şarkı gibi bir sürü otobiyografik şeylerim var benim, aldığım tohumlar var. Zamparanın Ölümüne de yayıyorum onları. Ama ordaki kişi benden yaşça çok çok daha büyük ve barlarda çok sık gördüğüm insanlardan. Yani barlara takılmaya devam ediyor, 25 senedir 30 senedir.. (Gülüyor..) Ama ordan aldığı haz gitgide düşüyor fakat yerine koyacak başka bir güzel yaşam tarzıda bulamıyor. Hala aynı şeyleri yaşamaya devam ediyor. Şarkının başında ki o daha erken bir saat, kendisine dair umutları varken, daha mutluyken, şarkının sonunda o umutlarını da kaybediyor ve ordaki kadına yalvarıyor: "Çok yalnızım nolur, size gidelim mi?" diyor (Gülüyor..)
S: Peki hayat hem acı hem tatlı denir. Bu şarkılarında da kendini anlatıyorsun yada etrafında gördüklerini, yaşadıklarını. Acı olan tarafı sence daha mı çok?
(Arkada "Süpriz" çalmakta..)Teo: Bence hayat hakkatende hüzünlü. Yani hayat bana çok trajik geliyor. Fakat onda bir takım karşı koyma yöntemleri var, en azından benim kendi kendime yarattığım şeyler var. Başkalarında da onu hissediyorum, onlarda yapmışlar. Eğer, yaşamı hüzünlü hissediyosanız, acı hissediyosanız içine ironi katarsınız. Acılarınıza da gülersiniz. Bu bi' takım şakalarla, nüktelerle, kendi kendine yaptığın şeylerle o hüznü kırmaya çalışıyorsunuz. Yani bende en azından bu şarkı formatı içinde düşününce yada hayatta kendi kendime yaptığım şeylerle düşününce o şakayla hüzünlü taraflarını kırmaya çalışıyorum.
S: Albümü bi yandanda incelerken hani o bütünlükten de bahsetmiştik ya, önce çok kötü bir anda "Paramparça" birden sanki bir anılara, geçmişe dönüş, güzel şeyler, acılar, karmaşa, tekrar güzel şeyler, en acısı belki zamparanın ölümü, en sonda da "Süpriz" var. Hayatta da aslında böyle galiba, herşeyin sonunda bir "Süpriz" ondan sonra tekrar bir başa dönüş..
Teo: Tekrar bir "Paramparça!"
(Arkada Paramparça çalmakta..)
S: (Gülüyor..) Tekrar "Paramparça"ya döndük. Evet arkadaşlar, gençlik bayramında, Teoman'la sohbetimiz devam ediyor. Teoman aslında çok alçak gönüllüsün. Albüm satışları hakkında da konuştuk Teomanla. Şuan hakkaten çok çok iyi gidiyor. Hatta bir numara.
Teo: Evet, bir numaraymış (Gülüyor..)
S: Çok uzak durmaya çalışıyor, yada ne bileyim..?
Teo: Birincisi, aslında öyle çokta alçak gönüllü falan değilim. yani hani olmak isterdim ama teşekkür ederim, değilim (Gülüyor..) Fakat benin o kendimi konumlamak bir yer varki, birincisi o tirajlar falan beni bir şekilde değiştirmesin veya ben onlarla ilgili konuşan kişi olmayayım. Benim yapmak istediğim şeyler vardı, ben onları yaptım. Şimdi başka bir yola girmek gerekiyor. Onlar konserler, video klipler falan.. Ben plak şirketi istiyor diye video klipleri yapan, dinleyiciler istiyor diye de konserleri yapan kişi olmak istiyorum. O yüzden plak şirketini memnun eden "aa biz şu kadar sattık, bu kadar sattık, inanamıyoruz, şöyle oldu, ilk hafta bu kadar sattık" gibi şeyleri pek fazla düşünmek istemiyorum ki değişmeyeyim.
S: Ben işimi yapayım diyosun.
Teo: Evet, yani yanlış şeyleri düşünmeyeyim demek istiyorum.
S: Tam olarak kaç yıl oldu, Papatya'dan beri?
Teo: Papatya'dan beri 4 sene oldu..
S: 4 Sene.. Ve bu zaman içinde de hayran kitlesi mi diyeyim. Bir kere bi' hayran kitlesi var birde çok ciddi bir dinleyici kitlesi var. Ben bunları ayırıyorum kendime göre, seni bilmiyorumda.. Kendini sorumlu hissediyor musun, çünkü çok genç bir kesim var. Bu tüm dünyada böyledir. Özel biri seçilir yada özel birileri vardır. Ve onların her yaptığı şey taklit edilir ve onların yolundan gitmeye çalışılır. Bana göre sende o kişilerden birtanesisin. Bu seni..
Teo: Açıkçası ben kendimi çok sorumlu hissetmiyorum. Sorumsuz biri olduğumdan ben öyle hissetmiyorum. İkincisi insan kendini gereğinden fazla sorumlu hissederse söylemek istediklerini de söyleyemeyebilir. Oto-kontrol yapar. Halbu ki ben istiyorum ki içimdekileri mümkün olduğunca çıplak, birşekilde söyleyim ve yapmak istediğim gibi de iyi müzik, güzel müzik yapayım.. Ama şöyle birşeyden de kaçınmak isterim tabi ki. Yaptığım yanlış birşey sanki yapılması gereken birşeymiş gibi insanların en azından bu albümlerimi dinleyen benim yaptıklarımı takip eden insanlarca sanki yapılması gereken birşeymiş gibi algılanırsa, çünkü yaptığım kötü şeylerde var benim, öyle bir duruma düşmek istemem. O yüzden de yaptığım şeyi çok etkilemiyorsa o söylediğim negatif taraflarımı pek göstermemeye çalışırım. Diyelim ki, örnek olarak veriyorum, sabah akşam içersiniz, herkesinde karşısına resim olarak veya televizyonlara sarhoş sarhoş çıkarsınız, bu çokta hoş birşey olmaz. Küçücük çocuklara çalıyorsunuz, benim 1,5 yaşında dinleyicilerimde var. Yani böyle olduğundan söylemiyorum, örnek olduğundan söylüyorum (Gülüyor..)
S: (Gülüyor..) Peki Teoman, özellikle 2. albümünde de çok dikkatimi çekti. Fotoğrafların çok özel..
(Burda kayıtta biraz sorun olmuş arkadaşlar : ) )
Teo: ...olsun diye bu fotoğraflar. Hatta kağıdı falanda. Bu albümün soundunu düşünürken ben, kafamda kurarken öncelikle fotoğraflar var şarkıları yaparken, o fotoğraflar hep eski filmlerdeki fotoğraflar gibi geliyor veya o eski filmlerdeki fotorğafları anlatırmış gibi düşünüyordum. Onları şarkı olarak yaptıktan sonra aranjman safhasına gelindiğinde istedim ki, eski şarkılar gibi duyulsunlar. O yüzden özellikle eski gitarlar bulmaya, eski amfiler bulmaya falan çalıştım. Onlar öyle bittikten sonra birde bakmışımki, istediğimi elde etmişim yani eski müzikmiş gibi duyuluyor. Ondan sonra artık cıvıl cıvıl, 2000 model bir kapak yapamazsınız ona. Onların bir 30 senelik belkide 40 senelik olması gerekiyordu. O yüzdende fotoğraf, fotoğrafçıyı bile seçerken Cemil Ağacıkoğlu çekti, çokda güzeldi siyah-beyaz. O yüzden kendi içinde tutarlı olsun istedim..
(Arkada Rüzgar Gülü çalmakta..)S: Evet ama özellikle bu kapak fotoğrafında çok hüzünlüsün. Hüzünlü ve birazda anlaşılmaz.
Teo: Zaten yüzümün yarısıda gölgede. Bu aslında çok ticari bir davranış değil. Plak şirketinin çok hoşuna gitmeyen davranışlar bunlar. Onlar genelde yüzün daha büyük olduğu, daha aydınlık olduğu ve dinleyiciye, izleyiciye bakan fotoğraflar istiyorlar. Ama benimde yapmak istediğim başka birşey var.
S: Ama o zaman bence yanılıyorlar biraz. Çünkü bunlar çok etkileyici. Çünkü müzikte de resimde de yada bir zamanda da hemen anlaşılan birşeyin hevesi çabuk kaçar ya.. Hemen çözdüğün birşeye 3 gün sonra tekrar dönmezsin.. Çünkü anlamışsındır ama eğer bu albümde sözlerde de var, çünkü bir şarkıyı dinledikten sonra, bir cümle yada bir kelime daha farklı şeyler ifade edebiliyor.
Teo: Ben aynı zamanda dinleyiciyim de ve onun farkındayım senin söylediğin şeylerin. Uzun yıllardır o kadar çok didiklerdim ki dinlediğim bir şarkıyı, acaba derdim bu şarkıcı hangi koşullarda yazdı aynı benim gibi mi hissediyor? O kişiyi kendime yakın hissederdim, isterdim ki o kişi benim arkadaşım olsun. Keşke derdim, ben şununla bi' muhabbet etseydim falan filan, bi' telefon çaksaydım ona, ama utangaçtım yapamazdım. İyi ki de yapmamışım, şimdi mesela öyle telefonlardan rahatsız oluyorum (Gülüyor..)Yani demekki şarkıcılar öyle şeyleri sevmiyorlarmış. Ama öyle hissederdim o minicik söze kitlenir kalırdım, günlerce onu düşünürdüm, ne kadar güzel yazmış, tam beni anlatmış falan filan diye düşünürdüm. Şimdi istiyorumki şarkı yazarken, beni dinleyenlerde desinler "hah ya, benim şu duyguma işaret ediyor. Tam benim istediğim gibi yazmış" falan desinler, ona dikkat ediyorum.
S: Peki 50 yaşına geldiğin zaman, oturup sakin sessiz, belki saçına biraz kırlar düşmüş olacak. O anda neler olduğunu düşünebilirsin. Yani sürekli bu böyle mi gidecek? Yalnız mısın aslında? Yalnız hisseder misin kendini? Yada o dönemlerde yalnız olacağından korkar mısın?
Teo: Yani umarım yalnız olmaz. Şarkıda öyle birşey var zaten, bir bar filozofundan bahsediyorum Zamparanın Ölümünde. Ordaki bar filozofu diyorki "Çok kadın hiç kadındır oğlum, yalnızlıktır sonu" falan diyor. Bunların genelde şan-şöhret meseleleriyle ilgilenen insanların muzdarip olduğu bir durum. Genelde hem kendilerini yalnız hissediyorlar onları yaparkne ki etraflarında insanlar olmasına rağmen, hemde işin en sonunda çokta yalnız kalıyorlar. Umarım öyle olmam. Ben yalnızlıktan çokta şikayetçi olan insanlardan değilim ama ilerki yaşlarda ümit ettiğim şey, olmak istediğim şey yalnızlık değilse yalnız kalmayı da istemem, umarımda kalmam.
(Arkada İki Yabancı çalmakta..)S: İki Yabancı için ben bir klip çektim Teoman (Gülüyor..)
Teo: Çektin mi? (Gülüyor..)
S: Yok henüz fikir aşamasında ama sözlerine de çok sadık kalınarak..
Teo: Ben bulaşık mı yıkıyorum sürekli? (Gülüyor..)
S: Bulaşık değil de fırlatıyor olabilirsin o sinir anında, bak bu aklıma gelmemişti.
Teo: Sonra ölecek miyim?
S: Yok sonra uzun bir yolda rüzgar yüzüne vuruken kendini çok güçlü hissedip tıpkı eskisi gibi yoluna devame edeceksin.
Teo: Vay be! Ama gerçi... 

Ve kayıt burda kesilir : ))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder